Sevgili günlük,
Böyle saçma sözcük oyunlu bir başlıkla başladığım için kusura bakma, kendimi tutamadım, tamlama yaptım; kafiye tamlaması.
Her neyse, bu akşam rutin mekanımda oturmuş cool görünmeye çalışarak sağı solu arıyordum, çünkü felaket yalnız hissediyordum, ve muhtemelen öyle de görünüyordum, saydam. Mamafih aradığım hiçbir telefona cevap verilmedi, çağrılarıma, illa ki dönen, kankam bile dönmedi.
Ben de çıkardım minik defterimi ve kalemimi, eve gidince ilk iş çalışma masasını toplayayım, sonra çamaşırlar, dolabı da duzelteyim, kışlıkları kaldırayım, ama hepsini değil daha akşamlar serin oluyor, önce iş sonra sudoku, balkonu düzenleyeyim yarın, çiçekleri ekeyim, toprak almak lazım, her yer törf, toprak nerden alınır, o my god parasıyla alıcam ama toprak bulamıyorum, dünyanın hali ne, derinliğindeki notlarımı maddelemeye başladım.
Karşı masadan orta yaşın üstünde bir beyefendinin bana bakmakta olduğunu farkedince daha meşgul görünmeye çalışarak, defterime kalemime daha da sarıldım. Beyefendi yemek yedi, bira içti, oturdu, hesap ödedi, baktı baktı, kalktı, sonra masama yaklaştı ve bozuk bir ingilizceyle şiir mi yazıyor olduğumu sordu. O la la! Yok dedim, öyle, başka şeyler yazıyorum, dedim, ayrıntıya girmedim.
Beyefendi, benim lütfen oturun dememi bekleyerek muhtemelen, ayakta, yaklaşık on dakika Nazım Hikmet'ten, 9 sene önceki Theodorakis ve Livaneli konserine gelmiş olduğundan, kendisinin senfoni müzik yönetmeni olduğundan Yunanlı olduğundan, söz etti ve çok kibardı. Beyefendi dışarıda bir yerde oturmaya bir şeyler içmeye davet etti, reddettim.
Yani günlüğüm gülüm, yeni insanlara karşı daha az önyarıgılı olup kalbimizi biraz daha açsaydık şu anda burada sana bunları anlatmak yerine çok büyük bir ihtimalle şahane bir sohbetin ortasında olacaktık. Konser için gelmiş adam buraya. Anla yani.
Masayı topladım mı peki, yoo!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazın