Kimse görmüyor mu, görenler fark etmiyor mu, fark edenler konuşmuyor mu? Bu şehirde bir şeylerden yetkili kimse yok mu?
Bu şehirde özellikle gündüz, çünkü gece gizler, güzel bir fotoğraf çekmek mümkün değil. Bir basit kadraj almak mümkün değil. Neden mi? Her kadraja bir inşaat alanı, her zaman nedense muhakkak iki tane yan yana çöp konteyneri, sayısız çöp poşeti, kırık dökük bir kaldırım, orada burada bir şeylerden artmış demirler, tuğlalar daha neler giriyor çünkü. Anlamak zor.
Sultanahmet’i ve Süyelmaniye’yi, o güzelim çeşmeleri ve sarayları yapanlarla bunları yapanlar aynı ırk mı, aynı topraklar mı, aynı ülke mi burası? O insanlar nereye gitti, bu insanlar nereden geldi? Bir şeyin değil güzel olması düzgün olması için bile hiçbir çaba yok ne binaların içlerinde ne dışlarında. Eşyanın en basit tabiatı olan işlevsellik bile yerine getirilmiyor nerde sağlamlık. Bütün tesisatlar baştan savma, hiçbirinde bir hiza yok, değil güzellik. Kapılar kapanmıyor musluklar açılmıyor. Şeyler paslı, çürük, dökülüyor.
Balkonlar ambar evi, kırık dökük betonu, paslı demirli sıvası kalkmış. Ne binaları yapanlarda bir ruh var ne evlerde oturanlarda. Bir bakın kaç balkonda bir saksı çiçek var?
Şehrin en göbeğindeki kaldırımlarında yürümek mümkün değil, Kaldırım bitiyor yolun ortasında ve otobanla karşı karşıya kalıyorsunuz. Yeni yapılan bölümlerinde de aynı şehrin, bir kaldırım yapılmaz mı binaya giden nereden yürüsün orada yaşayanlar, en basit mimarlık mühendislik prensipleri. Hep mi otomobillerde yaşıyoruz, hep mi binalarımızın alt katlarındaki otoparklarımızdan giriyoruz evlerimize. Yakında penceresiz yapacaklar binaları yolları hepten kaldırımsız. Binaların dışında pis pis klima radyatörleri.
Kar yağan yağmur yağan tek şehir mi burası, niye asfaltlar yama içinde, iki ayda bir bakımda hem.
Bir şeyin düzgün ve güzel olmasını istemek sosyetik bir kapris midir? Ekstra maliyet midir? Her şeyin normali çirkin ve bozuk olması mıdır?
Ve o bitmeyen inşaatlar. Maslak’ta bir yerde çalışıyorken tanık olmuştum; olsa olsa 6 basamaklık bir merdiven yapılacaktı yolun aşırı meylini dengelemek, geçenlerin orayı kaymadan düşmeden geçmelerini sağlamak için. O 6 basamaklı merdiven 3 sene yapıldı. Sürekli inşaat halindeydi, biter gibi oluyordu bozulup tekrar yapılıyordu. Bunu yapanlar, başında duranlar, yapılmasını sebep olanlar, bizzat orada çalışanlar, kim bunlar? Bir ülke kendisine kendi halkına kendi insanına bu kadar düşman olabilir mi?
Çoğu sokak, yenisi eskisi zaten dar bir de iki taraflı otopark olarak kullanılıyor. Bunun çaresi kanıksamak mı, başka çaresi olmuyor mu? Yok mu? Şehircilik böyle mi? Ne itfaiye arabası girebilir sokaklarımıza ne ambulans.
Güzel bir şey yapmak yasaklandı mı, faydalı şeyler yasaklandı mı? Güzeli ve iyiyi aramak yasaklandı mı?
Yeşil alanlarımız da yalan. Her ay bütün çiçekleri söküp yerine garip ve çirkin dizaynlarla yenilerini yerleştirmek mi şehre yeşil alan yapmak? Koca koca ağaçları söküp yerlerine başka koca koca ağaçlar dikiyoruz sezonluk, habitat olmasın hiç. Ne kuş kaldı ne balık. ne yeşil görmeye ne bir canlı görmeye dayanabiliyoruz kendimizden başka. Kurban bayramını hayvanlara eziyet edip tıka basa et yemek bayramı sanıyoruz. Hazreti İbrahim canını, canı gibi sevdiğini, bakmaya kıyamadığını kurban ediyordu.
Muhteşem Yüzyıl dizisinde bir sahne vardı, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde geçiyor; sarayın hanımları bahçede dolaşıyorlar. Güller dikilmiş yol kenarında, sözde, bir hanım da güllerden birini alıp koklayacak sohbet edilirken. Sahne bu. Koca Topkapı Sarayı’nın bahçesine gül bahçesi yapacaklar, gül diye diktikleri 10 çıplak uzun sap, üstlerine de yapıştırılmış 10 kırmızı plastik gül. Böyle bir özensizlik. Sanki özen göstermek eşyada güzellik aramak utanılacak bir şey. O yüzden her şeyi ışıklandırıyoruz biteviye. Her şey plastik her şeyde neon, pavyon ışıkları.
Şehirde inşaat bitmez mi. Şehirler yayılır evet ama merkezlerinde inşaatı bitmez mi, hep mi yapılır yeniden yeniden. Ne yapıyoruz? Şöyle bir yüksekten bakın şehre en belirgin şeyler bir uçtan bir uca garip inşaat asansörleri mi denir inşaat vinçleri, nedir?. Ne yapıyoruz? Hep mi inşaat hem mi tadilat hep mi yenileme? Şehrin silueti bir minareler bir de inşaat vinçleri. Hatırlıyorum yıllarca sürmüştü Çemberlitaş'taki Çemberli Taşın tadilatı. Yıllarca da Beyazıt Kulesi tadilatı yapıldı. Yıllarca Şehzade Camii tadil edildi. İstanbul'un Yedi Tepe'sini ansiklopediler yazmasa kim biliyor?
Kümes yapmamış olana bina, banyo görmemiş olana su tesisatı, elektrik bilmeyene elektrik tesisatı, hayatında ağaç dikmemiş olana bahçecilik, bir hayvanın başını okşamamış olana hayvan barınağı sorumluluğu veriyoruz. Hep bir işportacı zihniyeti, hep bir işgal zihniyeti dıgıdık dıgıdık, hep kapkaççılık.
Bu şehir ve bu topraklar daha iyisini hak ediyor.
Edmando de Amicis Edmando de Amicis İstanbul-1874 isimli muhteşem seyahatnamesinde yüzyılın başında seyyahların boğaza girip de şehir görünmeye başladığında gördükleri manzara karşısında dillerinin tutulduğunu aktarır.
Kitabın istanbul-Varış bölümünde şunları yazar:
".. hiç kimse istanbul'da hayal kırıklığına uğramamıştır. Büyük eserlerin sihri ile bunların karşısında duyulan hayranlığın bununla bir alakası yoktur. İstanbul, önünde şair ile arkeologun, sefir ile tacirin, prenses ile gemicinin, kuzeyli ile güneylinin, hepsinin aynı hayranlık duygusuyla haykırdığı alemşümül ve son derece büyük bir güzelliktir. Bütün dünya bu şehrin dünyanın en güzel şehri olduğu fikrindedir....' Amicis burada La Martine'den Chateaubriand'a Lady Mantegue'ye kadar şehre hayranlıklarını yazanları sıralar.
Diğer yolcularla ilgili gözlemini de şu sözcüklerle anlatır: 'Kur'an'ın 'bir tarafı karaya iki tarafı denize bakan şehir' dediği Ümm-i Dünya, dünyanın anası olan şehrin hayret verici çizgilerinin ufukta dalgalandığını kalp gözüyle görüyorlardı.'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazın